Evlatlarımızın bizlerden ayrı ve farklı bir birey olduğunu, farklı düşünceleri, duyguları, istekleri, idealleri, amaçları olabileceğini kabullenmeliyiz. Erginleşme sürecindeki bu yolculuklarında onlara yapabileceğimiz en büyük yardım bir birey olarak varoluşlarına saygı duymaktır. Halil Cibran der ki: “Sizin diye bildiğiniz evlatlar gerçekte sizin değillerdir. Onlar kendilerini özleyen Hayat’ın oğulları ve kızlarıdır. Sizler aracılığıyla dünyaya gelmişler ama sizden değillerdir. Sizlerin yanındadır. Ama sizin malınız değillerdir. ” Bizim gibi düşünmek, bizim gibi giyinmek, bizim gibi yaşamak, bizim seçtiğimiz meslekleri yapmak zorunda değillerdir. Biz ebeveynler ne yapıyoruz ama? Evlatlarımızı altından bir kafese hapsetiyoruz ve sormadan, sorgulamadan bizlere biat etmelerini istiyoruz. Azıcık başını kaldırıp kurtulmaya çalışsalar asilik ve uyumsuzlukla itham ediyoruz. Bu aşırı kollayıcılık ve korumacılık ile onlara “senin varoluşuna yönelik inancım yok” mesajı veriyoruz. Sonuç mu? Potansiyeli engellenmiş, sorumluluk al(a)mamış, öz güvensiz, öz denetimsiz , kendi varoluşuna saygı duyulmadığı için başkalarına saygı duymayan, problem çözme becerisinden yoksun, arka planda da belki de en zayıf anında kendini gösterecek depresif ve narsist bir birey ortaya çıkıyor.
Hani şikayet ediyoruz ya? Şikayet ettiklerimizi ebeveynler olarak bizler yetiştiriyoruz. Vatanına hizmet eden bir doktoru da, bir öğretmeni de, bir askeri de biz yetiştiriyoruz, başkalarının canına kıyan bir caniyi de?
Çocuklarımızın sevgi, saygı ve güven depolarını yeteri kadar doldurmazsak veya aşırı doldurursak gelecek nesillerden şikayet etmeye hakkımız olabilir mi?